Sabah erkenden çıkalım. Daha seslerimiz geceden çıkmamış olsun; kırık, kekre. “Yoldan simit alırız” diyelim, yanımızda çay dolu küçük bir termos olsun. Tatile çıkıyoruz ya, gerekçesiz gülelim filan olur olmaz.
Şehrin son evleri geride kalıncaya kadar konuşmayalım hiçbir şeyden. Mutlaka bir şey unutmuş olalım evde. “Aman boş ver, gittiğimiz yerden alırız” diyelim. Aldırmayalım. Aldırmayışımızla tatile çıkmış olalım. Yetişmeyelim bir yere, “Geze geze gidelim” diyelim. Şurada çay içelim sonra. Yavaş yavaş. Hava sıcak olunca arabanın bagajından terliklerimizi çıkarıp giyelim. Sonra yavaş yavaş bütün yıldan bahsedelim. Hiç bahsetmediğimiz seslerimizle birbirimizden, kendimizden, olup bitenlerden, tanıdığımız insanlardan.
Gülelim. Dedikodulara geçelim, birbirimize ufak tefek sırlar verelim. Yine gülelim sonra, tatildeyiz ya, ondan.
Dikiz aynasında çiçek
Yolda duralım yerli yersiz. Çiçek toplayalım. Arabanın dikiz aynasına takalım çiçekleri. Vardığımız yere kadar süzülüp solacaklarını bile bile. Meyveler alalım, şehvetli meyveler.
Şeftalileri satan adamla konuşalım uzun uzun şeftaliler üzerine. Eski şeftaliler, yenileri ve dünyanın değişen halleri üzerine konuşalım. Herkesi sever ya insan tatildeyken, öyle.
Dağ çeşmelerinde duralım. Yüzümüzü yıkayalım buz gibi, kollarımızı, kulaklarımızın arkasını. Saçlarımız ıslansın biraz, biraz su damlasın yüzümüzden. Acıkalım artık, öğlen oldu.
Neşeli köfteler yapan bir yerde duralım. İşe bak, en iyi köftelerini yapıyor olsun kadın tesadüfen. Bir kere kendini bırakınca ve baştan gülmeye başlayınca her şey iyi gider ya kendiliğinden, öyle olsun. Salatalar gelsin masaya, zeytinyağı parlasın güneşte. Ekmeğin kıtır yerlerini salatanın suyuna batıralım. Lavaboda, açık havada ellerimizi yıkayalım uzun uzun; şehir bizden akıp gitsin. Kahve de yapsın kadın bize, “İkramımız” diye gelsin. Bacaklarımızı uzatıp kahveleri de içelim bir güzel. Sonra yeniden koyulalım yola.
Eflatun saati
Derken eflatun saati gelsin, tarlalar, ağaçlar, kuşlar eflatun olsun. Yolumuza bir kaplumbağa çıksın, bir tavşan ve bir yılan. Şaşıralım her şeye. Radyoda aniden bir kanal çıksın kendi kendine. En sevdiğim o şarkı var ya, aniden yakalasın radyoyu, bırakmasın. Yorulalım neşeden. Tam yorulduğumuz yerde varalım varacağımız yere.
Bavullarımızı alsın biri, biri bizi sabun kokulu bir odaya taşısın. Yıkanıp paklanıp bizim için hazırlanmış bir şehre inelim. “Ben size şimdi güzel bir şeyler getireyim” diyen sürprizli garsonlardan birine rast gelelim. Getirdiği her şeyi sevelim. Her tabağa şaşalım.
Kekikli ahtapot da getirsin adam mutlaka, kabak çiçeği dolması da getirsin. Biz orada duralım öylece, bildiğimiz en güzel şeylerden bahsedelim. Balıkçılar balığa çıkana kadar bitmesin konuşacaklarımız, güleceklerimiz.
Sallana sallana gidelim odamıza. Ama o sırada balıkçılara kahve yapan bir adam görelim. Yüzü ışıklı olsun adamın. Derme çatma bir kahve yapsın bize. Küçük, komik bir hikâye anlatsın. Uyuyacakken tam odamıza çıkalım.
Öyle bir uyku uyuyayım ki öyle bir uyku uyunmamış olsun. Bembeyaz bir uyku olsun bu, rüya bile görmeyelim. Uyandığımızda pamuk gibi olsun yüzümüz, gözlerimizde yüz mumluk ampuller yanıyor olsun. Sonra soralım “Ne yapalım bugün?” düşünürken uyuyalım tekrar, “Yaa, birazcık daha!”…