İpek Poyraz ile lodosca.blogspot blogu röportajı

Blog yazarları ile yaptığımız röportajlar serisi devam ediyor. Konuğumuz lodosca.blogspot.com blogunun yazarı İpek Poyraz

Hoş geldiniz, röportaj isteğimizi geri çevirmeyip kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.

Teşekkür ederim. Burada yer almak benim için büyük bir keyif.

Öncelikle kendinizden bahsetmenizi rica ediyorum. Yani bilişim dünyasının dışındaki sizi tanımak istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?

Aslında baktığınızda teknolojinin içinde olup, sosyal hayattan da kopmayan birisi olduğumu söyleyebilirim. Her zaman teknolojinin doğru kullanılıp sosyal hayatı bitirmemesinden yanayım. Ağırlıklı olarak müzik, kitap, edebiyat ve tiyatro ile ilgileniyorum. Arkadaşlık, arkadaşlarla içilen bir fincan çay her zaman benim için daha önemli olmuştur.

Bilgisayarla ilk olarak nasıl tanıştınız? İlk kullanım zamanlarınızda en çok ne yaparak vakit geçirirdiniz?

Bilgisayarla ilk olarak ortaokulda tanıştım. 10 yıldan uzun bir süre oldu. O zamanlarda bölgenin pilot okulu seçilen okulumuzda 3 kişi bir bilgisayar başında eğitim alıyorduk. Bu dönemlerim, yani yaklaşık 2 yıl Office programları ile paint öğrenerek geçti. 2 yıl boyunca sadece bunları öğretmek büyük başarı doğrusu! Daha sonra iş hayatında bilgisayar kullandım. Kullanırken de epey karıştırdım ve iyi bir donanım ve program bilgisine sahip oldum. 1 yıl içinde… Bilgisayarın benim için en son ayağı evde bir bilgisayara sahip olmak oldu. Ve günlük hayatta kullanım sürecim bu şekilde başladı.

lodosca Blog yazmaya başlamadan önceki internet yaşamınızdan bahsedebilir misiniz ?

Blog yazmaya başlamadan öncesi ve sonrası için internet kullanımımda herhangi bir değişiklik olmadı. Blog sadece benim internet kullanımıma ek olarak geldi. Genelde interneti amacıma ve araştırmalarıma yönelik kullanırdım. Bir de gündemi takip etmek için. Hala öyle… Bir forum sitesinde yöneticilik yapıyorum. Bunun dışında grafik tasarım ile amatör olarak uğraşıyorum. Gündemi internet üzerinden takip ediyorum. Ve tabii ki uzun süre görüşemediğim uzakta olan arkadaşlarımla internet üzerinden sohbet ediyorum.

Blog yazma fikri nasıl ortaya çıktı, nasıl başladınız?

Her şeyimi paylaştığım, depoladığım bir alanım olsun istedim. Fikirlerimi insanlara duyurayım istedim. Daha da önemlisi yazmayı çok severken neden internet çağında insanlarla paylaşmayayım ki? İlk önce fotoğraflarımı koydum. Amacım o dönemdeki tek hobim olan fotoğraflarımı paylaşmaktı. Sonra günlük yazdığım şiirler, hikâyeler, fikir yazılarım ve hatta kendim yapmış olduğum müzik kayıtlarım da olsun istedim. Sonunda blogum ortaya çıktı. Aslında yazılarımın tamamını paylaşamamıştım. İşletim sistemim çökünce de geriye kalan tüm yazılarımı blogumda paylaşmaya karar verdim.

Blogunuza verdiğiniz isim nereden geliyor? Bize biraz blogunuzdan bahsedebilir misiniz?

Bloguma verdiğim isim internet sitelerinde ağırlıklı olarak kullandığım takma isim olan Lodostan geliyor. Lodosca olmasaydı ipekce olurdu ki, bu ismi alabilmem herhalde biraz daha zor olurdu. Blogumla gerçek anlamda ilgilenmeye yeni başladım diyebilirim. Hazırladığım slogan da blogumu ilk açarken fotoğraflarımı paylaşma amacımı özetliyor; “Bir minik kelebekti hayat denilen çiçeğe konan anlar…

Blogunuza ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Bunu yeterli görüyor musunuz?

Ne yazık ki şimdiye kadar çok fazla zaman ayıramamıştım. Ancak blogun bir insanın internet üzerindeki kimliği olduğunu anlamam biraz zaman aldı. Bloglarla, bloglamalarla ilgili son dönemlerde yaptığım araştırmalarda bir sürü yeni şey öğrendim. Gün geçtikçe bunları deniyorum. Kimini beğenip blogumda sergilemeye devam ediyorum, kimini beğenmeyip siliyorum. Blog konusunda daha çok uzun yolum var.

Blogunuzu incelediğimizde gerçekten özgün bir içeriğe sahip paylaşımcı bir blog olduğunu görüyoruz. Belirli bir çizginiz var, bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?

Blogum benim iç dünyam. Özgün içeriğe sahip olmalı ki, iç dünyam da özgün olsun. İç dünyam da tutarlı olsun. Her zaman paylaşımdan yana oldum. Güzel bir şeyler yapılıyorsa, en azından kişi kendi adına bunu hissediyorsa neden bu güzelliği herkesle paylaşmasın ki?

Blog yazmak için kendinizi zorunlu hissettiğiniz oluyor mu? Yoksa hala ilk günlerdeki gibi eğlenceli bir uğraş olarak mı görüyorsunuz?

Aslında hayır. Kendimi hiçbir zaman zorunlu hissetmedim. Sadece bu blogu hazırladıktan sonra ve insanlar biraz daha blogumu ziyaret etmeye başladıktan sonra günümüzün en önemli sorunlarından biri olarak gördüğüm Türkçe kullanımı ile ilgili yazıyı yazma konusunda kendimi zorunlu hissettim. Çünkü Türkçemiz giderek kötü kullanılıyor ve insanların arasındaki tüm iletişimsizliğin sebebi olarak bunu görüyorum. Kavgalar, çekememezlikler, anlayışsızlık, tahammülsüzlük hepsi bundan kaynaklanıyor. İnsanlar artık birbirlerini anlamıyorlar, çünkü aynı dili konuşmuyorlar. Bir de bu aralar çeşitli bloglara verilen emeği gördükçe blogumun görsel tasarımı ile ilgili bir şeyler yapmak için kendimi zorunlu hissediyorum.

Blogunuzun dışında başka zaman harcadığınız projeleriniz var mı ?

Vardı. Bazı projelerim vardı ama şimdilik hepsini rafa kaldırdım. Önce blogum ile ilgili düzenlemeleri bitireceğim sonra belki de yeni bir blog daha düşünebilirim kültür sanat üzerine ya da bir forum muhasebe üzerine. Neden olmasın ki?

Bloglar özellikle son dönemde yüksek okuyucu sayılarına ulaştılar. Bloglar medyaya alternatif olabilir mi? Medya gibi gündem oluşturacak güce sahip olabilirler mi?

Kesinlikle hayır. Günümüzde medya da korunma şeklini almış ve interaktif medyacılığa dönüş yapmış durumda. İnsanlar uzman oldukları bir konu hakkında blog açarken ya da diğer konular hakkında bilgi alışverişi yaparken bloglar çok daha rahat kullanılıyor. Peki haber medyacılığında? İşte orada yine beşeri güç ortaya çıkıyor. Belki eskisi kadar yoğun değil ama özgün içeriği bulunmayan ve sadece google adsense’den para kazanmak için açılan bloglar çeşitli haber sitelerinden veya haber ajanslarından haberleri kopyalıyorlar. Hatta şuan ülkemizde bir nevi blog kirliliği yaşanıyor. Bir de internet medyacılığının bir sermaye gücü var fakat çoğu blog sahibi bloglarını evinden hazırlıyor. Siz amatör bir film çekersiniz internette yayınlarsınız. Bir yapım şirketi çeker ve yayınlar. Yalnız ikisinin izlenme oranı diğer şartlar sabit tutulduğunda kaliteli çekime bağlıdır. Bu da kaliteli ekipmana; yani paraya. Onun için ben internet medyacılığının kesinlikle bloglara yenik düşmeyeceği kanısındayım.

Eminim bir çok blog yazarını takip ediyorsunuz ama şu an aklınıza gelen takip ettiğiniz bloglar hangileri?

En çok takip ettiğim blog http://devletsah.com’dur. http://pirden.wordpress.com/, http://rahatyazar.blogspot.com, http://cagatayozen.blogspot.com bunlar da takip ettiklerim arasında bulunuyor.

Son olarak blog hayatına henüz başlamamış ya da yeni yeni yazmaya başlayan ya da yazan ama istediği okuyucu kitlesini bir türlü elde edemeyen blog yazarlarına/adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?

Sadece kendileri için yazsınlar ve iç dünyalarını bloglarında anlatsınlar. Bir şekilde zaten birileri fark eder. Bir söz var ya hani “Söyleyeceksen şarkını sesli söyle, eşlik eden biri bulunur elbet dünyanın bir yerinde…” Günümüzde sesli şarkı söylemenin en kolay yolu internet hatta bloglamadır.

Verdiğiniz cevaplar için çok teşekkür ederek, röportajımızın sonuna geldiğimizi üzülerek de olsa söylemek zorundayım. Gerçekten çok güzel bir sohbet oldu. Başarılarınızın devamını diliyorum.

Bana bu köşede yer ayırdığınız için ben teşekkür ederim.

İpek Poyraz’ a ait günlüğe lodosca.blogspot.com adresinden erişebilirsiniz.

Yorum yapın

İpek Poyraz ile lodosca.blogspot blogu röportajı” üzerine 2 yorum