Tekrar bir blog yazarı röportajı ile karşınızdayız. Konuğumuz ise Volkan Alabaz. Yurt dışında yaşayan Volkan, çok okuyan ve az uyuyan bir arkadaşımız.Özgün içeriği ile doldurduğu blogunun hikayesini bizlerle paylaşıyor.
Her zamanki gibi çok keyifli bir sohbet oldu sizlerinde sıkılmadan okuyacağınızı düşünüyorum.
Sözü fazla uzatmadan röportaja geçelim isterseniz.
Hoş geldiniz, röportaj isteğimizi geri çevirmeyip kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Keyifli geçeceğini düşündüğüm bir sohbeti kim geri çevirebilir.
Öncelikle kendinizden bahsetmenizi rica ediyorum. Yani bilişim dünyasının dışındaki sizi tanımak istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Zevkle. Uzun bir zamandır Dortmund’da yaşıyorum ve iki oğlum var. Kendimi bildim bileli de oyuncu olarak hayatımı devam ettiriyorum. Şuanda da Dortmund devlet tiyatrolarında oyunculuk hayatıma devam ediyorum ve mesleğim üzerine Master eğitimimin son yılına geldim. Bunun dışında en çok vakit geçirdiğim benim için ilk başlarda sadece hobi olan fotoğrafçılığı da meslek edindim. Bu araları inanılmaz bir Türkiye özlemi haricinde mutlu ve huzurlu dönemler yaşıyorum.
Çok fazla okuyan ve az uyuyan biriyim. Günde yaklaşık 15 bardak kahve içerim 🙂 İşimle alakalı konularda çok çekilmez ve sinir küpü bir adam olabilirim. Temizlik hastasıyımdır sadelikten hoşlanırım.
Çocukluğumdan beri şans işte çok iyi insanlarla çalıştım ve çok disiplinli bir hayatım oldu bu yüzden hata nedir bilmeden yaşamaya çalışıyorum. Sözümü sakınmam kim olduğunu düşünmeden söylenmesi ne gerekiyorsa söylerim bunun içinde insanlar benim bu yönümü pek sevmezler.
Uzun zamandır yapamazsam da Antalya’da büyümenin verdiği bir duygu olsa gerek deniz hastalığım vardır. Demek istediğim dalmayı, balıkçılığı ve yüzmesine bayılırım. Eskiden havaya bakmadan her gün sabah yüzerdim. Şimdi denizin nasıl bir şey olduğunu unuttum vallaha. Genelde Almanya’da kış sporları baya bir aktif olduğu için kaymaya gidiyoruz ama çokta başarılı değilim. 🙂
Zamandan fırsat bulursam çocuklarımla beraber arada bir model araba ve uçak kullanmaya gideriz aslında ailecek bu tarz hobilerle vakit geçirmekten çok keyif alıyoruz. Ama çok nadir oluyor. En çok keyif aldığım geceleri eşimle beraber Play Station veya farklı oyun konsollarında zaman geçirmek beni çok rahatlatıyor. Oyun oynamayı çok seviyorum yani.
Tüm bunlar çok güzel şeyler. Bilgisayarla ilk olarak nasıl tanıştınız? İlk kullanım zamanlarınızda en çok ne yaparak vakit geçirirdiniz?
İlk olarak yanılmıyorsam 1995 yılı falandı. Genelde haberleşmek için kullanmışımdır. Ama yaşadığım birkaç aksilik sonucu uzun bir süre bilgisayarlarla aram iyi olmadı. Birde çok yoğun bir yaşantım vardı. Yemeği bile ayakta geçiştirdiğim dönemde bilgisayar düşünecek halde değildim. Doğruyu söylemek gerekirse ihtiyacımda yoktu.
Blog yazmaya başlamadan önceki internet yaşamınızdan bahsedebilir misiniz ?
Ben genelde fotoğrafçılık sektörü yüzünden haşır neşir oldum. İnanılmaz bir bilgi açlığı vardı o dönemde ve aldığım kısa eğitimi internette ki bilgilerle birleştirmeye çalışıyordum. İnternet bana bu konuda doğruyu söylemek gerekirse çok yardımcı oldu. Birde Almanca eğitimi aldığım dönemlerde hocaların verdiği internet üzerinde ki kaynaklardan faydalanmak için kullandım.
Blog yazma fikri nasıl ortaya çıktı, nasıl başladınız?
Ben okumayı sevdiğim kadar yazmayı da severim. Blog dünyasını keşfedince tam olarak kendim için yapmam gereken şeyin bu olduğunu düşündüm. Dışarıdan kolay gözükse de çok zor ve stresli bir işim var benim bir yerden bunu dışarı atmam gerekiyordu yani. İlk önce sadece kendimi tatmin etmek için yeterli bilgi edinmeden yazmaya başladım ama çok kısa bir zaman içinde olayı kavrayıp kendime bir yön çizdim diyebilirim.
Bize biraz blogunuzdan bahsedebilir misiniz?
Her bedene uygun deli gömleği benim İstanbul’da üniversite yıllarımda yazıp oynadığım bir oyundu. O dönemlerde tek kişilik gösteriler yeni moda olmuştu yani Mehmet Esen zamanları aslında bende ondan çok etkilenmiştim. Ama benim ki tiyatro üzerine olmalıydı daha çok. Öylede oldu. Güzel zamanlar geçirdik hala afişine bakıp o günleri anarım. Oyun tam bir psiko gerilimdi bir o kadar da komik. Şimdilerde bu isimle bir roman yazmaya başladım yavaştan.
Bence blog daha yeni rayına oturuyor diyebilirim sizlere. Evet, bir yılı geçti ama istediklerimi daha yeni yansıtabiliyorum. Daha çok eksiğim var ama bunları da ikinci yılında tamamlamak istiyorum. Mesela gerçekten beni yansıtan bana özgü bir tema ile yola devam etmek istiyorum. Birde zaten sanatın her türlü içinde olduğum için ilk başlarda hata yaparak sanat ve siyaset üzerine yoğunlaştım bu bir hataydı benim için. Bunu kendim için yapmıştım aslında ama istediğim bu değildi. Herkes bana sen zaten bir oyuncusun neden oyunculuk veya tiyatro üzerine yazmıyorsun dediler. Ben bunu anlatamıyorum kimseye.
Oyunculuğun yazılıp çizilecek bir şeyi yok. Biz bile sahnede 10 adım atmak için yılarca eğitimini aldık bunu kalkıp üç beş satırla anlatamayız. Benim özellikle kendimi iyi hissedebilmem için yaptığım iş haricinde paylaşım da bulunmam gerekiyor ki hayatıma denge katabileyim. Bu yüzden artık sadece yakından ilgi duyduğum Mac, fotoğrafçılık, oyun ve kişisel kategorilerinde devam ettirmek istiyorum.
Anlıyorum. Blogunuza ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Bunu yeterli görüyor musunuz?
Zaman sıkıntısı çok yaşıyorum ama elimden geldiğince günde bir iki saat bazen bu süre kısalıp çoğalabiliyor da ilgilenmeye çalışıyorum.
Volkan bey, blogunuzu incelediğimizde gerçekten özgün bir içeriğe sahip paylaşımcı bir blog olduğunu görüyoruz. Belirli bir çizginiz var, bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
Bence özgün bir içerik üretebilmek için gerçekten ilgi duyduğumuz başlıklar üzerinde paylaşımcı olmamız gerekiyor. Ben buna çok önem veriyorum. Bu yüzden de şuan oturduğunu düşündüğüm çizgiyi bu şekilde korumaya çalışacağım. Özellikle artık fotoğrafçılık üzerine öğretici ve bilgilendirici makaleler yazmak istiyorum. Yani ben bir gazete veya dergi değilim. Bu yüzden her konu hakkında bir bilgiye de sahip olamam ve paylaşmamda doğru olmaz. Bu yüzden bazı bloglar gibi her konuda yazı yazmayı planlamıyorum.
Blog yazmak için kendinizi zorunlu hissettiğiniz oluyor mu? Yoksa hala ilk günlerdeki gibi eğlenceli bir uğraş olarak mı görüyorsunuz?
Doğruyu söylemek gerekirse hala eğlenceli bir uğraş olarak görmeye çalışıyorum ama işlerimden dolayı biraz ara versem hemen E-mailler alıyorum bir sorun mu var diye. Bu yüzden artık kendimi en azından her gün ya da iki günde bir zorunlu hissediyorum. Buda çok güzel bir şey değil bence.
Ben blogumun hayatımda ki bazı şeylerin önüne geçmesini istemiyorum. Ama son üç aydır bu böyle. Bu yüzden bir iki kere kapamayı düşündüm çünkü artık yetişemiyorum. Ailem, işim, bunun yanında ek bir ton şey ve blogda eklenince biraz bunaltıyor hal böyle olunca da doğal olarak yazma isteğim ölüyor. Bunun için alacağım bir önlem var ama buda ikinci yılımızın şerefine planladığım bir şey.
Blogunuzun dışında başka zaman harcadığınız projeleriniz var mı ?
Evet, ama bu da bir blog. Daha doğrusu blog kavramından çıkarmak için Muhammet Sevim ile uğraştığımız bir proje. Adı Mactep ve Mac kullanıcıları için hazırladığımız şimdilik bir bog. Ama bu projeyi bu hafta başı beraber Bochum’da buluşup masaya yatırıp üzerinde çalıştık. İki kişiyiz ve kadroyu çoğaltmadan gerçekten Türkiye’de ki Apple kullanıcılarının açlığını sıcak ve büyük bir proje ile gidermek istiyoruz.
İlk düşüncelerimizi deneme amaçlı mactep.net’de paylaşmaya başladık ve çok yakında artık yeni ve kendine özgü bir tema ile hem blog havasında hem de blog kavramından uzak uzun soluklu bir iş olacağını düşünüyorum. Sonuçta Mac kullanıcısı olarak sürekli yabancı ve birinci el kaynakları takip ediyoruz bunları kendi insanımızla paylaşmak önemli.
Türkçe içerikli bloglarla yabancı dillerdeki bloglar arasında sizce farklılıklar var mı? Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
İlk önce bu soruyu sormanıza çok sevindim. Biraz içimdekileri dökeyim sizlere :).Ne yazık ki var. Ben Almanca ve İngilizce içerikli blogları takip ediyorum belki rss beslememde 500’e yakın blog ve siteler vardır. Farkı daha iyi görebiliyoruz. Öncelikle örnek vermem gerekirse İngilizce içerikli blog bir yazı girdisi yapıyor ve tam yarım saat sonra bir bakıyorum bizim pr 5 olan arkadaşın biride aynı yazıyı bütün imajları ile birlikte kelimesi kelimesine çevirip yayınlıyor. Bizim bazı arkadaşlarımızda aaa ne güzel yazmışsın aklına sağlık diye yorum yapıyorlar. Artık gülmekten başka bir şey yapamıyorum.
Şimdi bana dediler ki Türkçe içerikli blogların %90 zaten çevirip yazıyorlar. Bu da bir emek bunda kızacak bir şey yok. Tamam, yazsınlar ama neden kaynak vermiyorlar? Benim demek istediğim bizde kaynak verme özürlülüğü var. Buna bütün blogcular dahil. Ama mesela şöyle bir şey olabilir konuyu anlarsınız ve kendi düşüncenizi yazıya dökersiniz bunda sorun yok ama biz kendi düşüncemizi yazmak yerine başkalarının düşüncelerini kendi bloglarımız da okurlara kendi düşüncemizmiş gibi satmaya kalkıyoruz bu çok acı bir şey.
Sonra en uyuz olduğum durum eğer bir blogcunun Page Rank değeri 4-5-6 birde Alexa değeri yüksekse kendi ayarımızdan düşük adamlara her türlü gıcıklığı yapıyoruz. Bu nasıl oluyor? Soru şeklinde yorum yazarsınız yorumunuza cevap vermezler. İletişimden derdinizi anlatırsınız bir mail göndermeye üşenirler. Aşağılarlar bu çok kes karşılaşılan bir şey. Çok komik, aslında bu tarz kişilerin günlük hayatlarındaki başarısızlıkları sonucunda bloglarında yakalamış oldukları istatistik başarıları ile kendi kişilik bozukluklarını birleştirme sonucu oluyor.
İşte bunu yabancı içerikli bloglarda göremezsiniz. Dünyaca ünlü siteler dahi kaynak vermekten çekinmezler. İstatistik değerleri yüksek kime yazarsanız yazın size cevap verirler. En azından saygı var. Daha yeni yaşadım bir olay mesela arkadaşın biri 15 yazımı alıp aynen kendi bloguna koymuş işte bu olaylar bir tek bizde olur başka yerde göremezsiniz.
Bloglar özellikle son dönemde yüksek okuyucu sayılarına ulaştılar. Bloglar medyaya alternatif olabilir mi? Medya gibi gündem oluşturacak güce sahip olabilirler mi?
Bu yüksek okuyucu sayısı beni de çok şaşırtıyor. Mesela ben ilk başladığımda bu kadar ilgiyi bir yıl içinde bulabileceğimi düşünmüyordum ama bir yıl içinde tam dört kes kullandığım paketi yükseltmek zorunda kaldım. Şimdi de günlük dört bin kişiyi ağırlıyorum. Bu bence bir blog için iyi bir rakam. Ama ne olursa olsun bir medyanın yerini tutamaz bloglar. Neden derseniz gerçekten medyaya alternatif olacak çok sayıda blog yok. Biz daha üçüncü el yazarlıktan kurtulamadık bunu başarmak için biraz daha zaman var.
Eminim bir çok blog yazarını takip ediyorsunuz ama şu an aklınıza gelen takip ettiğiniz bloglar hangileri?
En zor soru bu olsa gerek :). Boş bıraksam? Yani Türkçe içerikli olarak zaman konusunda sıkıntı yaşamadığım dönemlerde elimden geldiği kadar birçok kişiyi takip etmeye çalışıyorum.
Son olarak blog hayatına henüz başlamamış yada yeni yeni yazmaya başlayan yada yazan ama istediği okuyucu kitlesini bir türlü elde edemeyen blog yazarlarına/adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
İlk olarak söylemek istediğim benim gibi en başında çizgisini belirlemeden yazmaya başlayarak hata yapmasınlar. Kendi meslekleri ya da gerçekten severek ilgilendikleri konularda okuyucuları ile paylaşım içinde olmaları kendilerine eminim kazandıracaktır. Sonra tema ve görsel öğelerde olabildikçe sadeliğe önem vermeleri ve makalelerini yazarken bir gazete haberi değil de daha sıcak olmaları işe yarayacaktır.
Verdiğiniz cevaplar için çok teşekkür ederek, röportajımızın sonuna geldiğimizi üzülerek de olsa söylemek zorundayım. Gerçekten çok güzel bir sohbet oldu. Başarılarınızın devamını diliyorum.
Ben teşekkür ederim. Emin olun benim içinde bir o kadar keyifli güzel bir sohbet oldu. Herkese güzel bloglamalar diliyorum.
Volkan Alabaz’ ın bloguna http://www.volkanalabaz.com/ adresinden erişebilirsiniz.