Röportaj serimizin yeni konuğu Ayşe Çağlayan ve blogu esrikofke.blogspot.com. Hemen hemen hergün güncellenen blog farklı tarzı ve dolu dolu içeriği ile ilgi çekiyor.
Röportajımız her zamanki gibi çok keyifli geçti, sıkılmadan okuyacağınızı düşünüyorum.
Sözü fazla uzatmadan röportaja geçelim isterseniz.
Hoş geldiniz, röportaj isteğimizi geri çevirmeyip kabul ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim. Blogum ile ilgili konuşmak çok keyifli benim için.
Ayşe hanım, öncelikle kendinizden bahsetmenizi rica ediyorum. Yani bilişim dünyasının dışındaki sizi tanımak istiyoruz. Bize biraz kendinizden bahsedebilir misiniz?
Kısaca, senelerce ailenin ve sistemin istediği iyi öğrenci, iyi çalışan, iyi evlat, iyi vatandaş olup, “Ya ne yapıyorum ben, aslında artist olmak için evden kaçacaktım.” kıvamına gelmiş, kendini yazmaya vermiş biriyim.
🙂 Bilgisayarla ilk olarak nasıl tanıştınız? İlk kullanım zamanlarınızda en çok ne yaparak vakit geçirirdiniz?
Okul hayatım boyunca hep bilgisayarla haşır neşir idim. Ama daha çok programlamacılık üzerine geçti o yıllar. Okul bitip iş hayatına atılınca da daha çok paket programlar ve veri analizleri yaptım. Hep iç içe bir ilişkimiz oldu bilgisayarlarla ama hiç aşk yaşamadık
Hımm, peki blog yazmaya başlamadan önceki internet yaşamınızdan bahsedebilir misiniz ?
Daha çok araştırma üzere idi. İşim gereği, sürekli çeşitli sitelerde bilgi araştırması ve arşiv oluşturma üzerine idi. Fırsat bulduğum özel zamanlarda ise çoğunlukla haberleşme ve haberdar olma üzerine bir kullanımım vardı.
Ayşe Hanım, Blog yazma fikri nasıl ortaya çıktı, nasıl başladınız?
Yıllarca, çeşitli abuk olaylarla karşılaşıp, elden bir şey gelmemesi durumuna sinirlendiğimden, “ Hiçbir şey yapamazsam bile kamuya anlatır rahatlarım.” fikrinden çıktı.
Pek bilinmedik bir isim kullanmışsınız. Blogunuza verdiğiniz isim nereden geliyor? Bize biraz blogunuzdan bahsedebilir misiniz?
Esrik, sarhoş demek. Bu ülkede sarhoş olmayan mı var? Hayat hepimizi bir şekilde sarhoş ediyor. İşin aslı artık neye tepki verip, neye vermememiz gerektiğini bile karıştırır olduk. O yüzden bu blog, her telden sarhoş ve dışa vurulmamış hisleri anlatıyor.
Yazılanların hiç biri kurgu değil. Hayata dair yaşamış olduğum, ya da yaşanmışlığına tanık olduğum uzun kısa öyküler, kısa anekdotlar, gerçekten öfkelendiğim konular ve bayılana kadar güldüğüm olaylar var. Yazarken kendimi kısıtlamıyorum.
Çeşitli seriler var blogda. “Hatıratımda kalan aşklar”,” Ailevi anılar”,”Tuhaf gelenler” vb. gibi. Ama özünde hep aynı şeyi söylemeye çalışıyorum. Naif yapımızı unutmayalım, sahip olduğumuz en güzel tarafımız bence. İnsan olmanın hediyesi hissetmek ve hissetmek bizi naif yapıyor.
Dolu dolu bir blogunuz var. Blogunuza ne kadar vakit ayırıyorsunuz? Bunu yeterli görüyor musunuz?
Hafta içi birkaç saat ayırabiliyorum, hatta nerdeyse tüm günümü ayırdığım zamanlar bile oluyor. Ama bu zaman sırf kendi blogum ile ilgili geçmiyor. Arkadaşlarımın bloglarını da mümkün olduğunca sıkı takip etmeye çalışıyorum. Fakat hafta sonları daha az oluyor mecburen
Blogunuzu incelediğimizde gerçekten özgün bir içeriğe sahip paylaşımcı bir blog olduğunu görüyoruz. Belirli bir çizginiz var, bu konuda bir şeyler söylemek ister misiniz?
Daha önce de belirttiğim gibi işim gereği analiz yapığım dönemlerde çok fazla insanla haşır neşir oldum. Şimdi, kimsenin kişilik haklarına saygısızlık yapmadan kısa kısa “Bakın bu tip öyküler de var. Aklınızda bulunsun.” der benim blogum aslında.
Diğer bloglardan farklı olarak sanıyorum, kişisel bir günlükten uzak olması, kurgu olmaması ve süsleme yapılmadan yalın yaşananı ortaya koymasıdır içeriği özel yapan.
Ayşe Hanım, blog yazmak için kendinizi zorunlu hissettiğiniz oluyor mu? Yoksa hala ilk günlerdeki gibi eğlenceli bir uğraş olarak mı görüyorsunuz?
Çok severek yaptığım bir şey blog yazmak. Ama takipçilerim bilir, çok sık güncelliyorum. Bir günde 3 4 yazı girdiğim bile oluyor. Ruh halime bağlı güncelleme hızım, ancak zorunlu hissetmiyorum. İç disiplin gereği günde en az 1 yazı giriyorum.
Blogunuzun dışında başka zaman harcadığınız projeleriniz var mı ?
Bu sıralar sadece yazıyorum. Bakalım belki bir yerlere gider yazdıklarım. Radikal bir kararla hayatımı yeniden şekillendirmeye çalışıyorum sadece. Yazmak ve okumak üzerine kurulu bir geleceği tesis etmeye çalışıyorum.
Türkçe içerikli bloglarla yabancı dillerdeki bloglar arasında sizce farklılıklar var mı? Biraz bunlardan bahsedebilir misiniz?
Bence yok. Herkes bir şekilde kendini dışa vuruyor yazarak. İnsan her yerde aynı. 46 kromozom sonuçta. Kültürler değişse de sancılar, acılar, sevinçler ümitler değişse de insan aynı…Hayattan beklenti aynı…
Haklısınız aslında 🙂 Bloglar özellikle son dönemde yüksek okuyucu sayılarına ulaştılar. Bloglar medyaya alternatif olabilir mi? Medya gibi gündem oluşturacak güce sahip olabilirler mi?
Kesinlikle olacağından eminim. Bilgisayarlar ve netin yayılma hızına bakılırsa o günler çok da uzak değil.
Eminim bir çok blog yazarını takip ediyorsunuz ama şu an aklınıza gelen takip ettiğiniz bloglar hangileri?
Düzenli olarak okuduğum 62 blog var. Abartmıyorum, RSS takibi yapıp, hepsini okuyorum ve severek okuyorum. Ve bu bloglarla tesis edilmiş arkadaşlıklarım var. Hepsini buraya yazamam, seçmeye kalkarsam da emin olun bana tavır yaparlar. O yüzden isim vermeyeyim. Ama blog okumak isteyenlere bir sözüm var. Çok kaliteli adamlar ve fikirler var bu blog aleminde azıcık zaman ayırsalar doğru adrese yönelirler.
Son olarak blog hayatına henüz başlamamış yada yeni yeni yazmaya başlayan yada yazan ama istediği okuyucu kitlesini bir türlü elde edemeyen blog yazarlarına/adaylarına tavsiyeleriniz nelerdir?
Okuyucuya ulaşmak, okumaktan geçer. Okuyup anlamalı ve kendini ifade etmeli derim ben. Doğru ifade ederse insanlar bulur.
Verdiğiniz cevaplar için çok teşekkür ederek, röportajımızın sonuna geldiğimizi üzülerek de olsa söylemek zorundayım. Gerçekten çok güzel bir sohbet oldu. Başarılarınızın devamını diliyorum.
Teşekkür ederim.
Ayşe Çağlayan’ ın günlüğüne esrikofke.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz.